KÜLTÜR-SANAT 

BEN, ULU CAMİİ!

Ben, Ulu Camii! Ramazanoğlu Camii de derler bana. Adana’yı kendine mesken edinmiş, geliştirmiş ve güzelleştirmiş olan Ramazanoğulları Beyliği’nin bu şehre hediyesiyim. Yalvaran iki el gibi gök kubbeye uzanan nevi şahsına münhasır minaremle hak ile halkı buluşturur, onlara aracılık ederim. Kimler, ne dualar etmedi ki diz çökerek, kıble duvarımın önünde? Çok şey işittim, konuşma sırası bende artık. Ben, Ulu Camii… Kulak verin, bugün kendi hikâyemi anlatıyorum sizlere…

RAMAZANOĞLU HALİL BEY’İN RÜYASI

Efsaneye göre bir gece, Ramazanoğlu Halil Bey’e rüyasında bir cami yaptırması söylenir. Halil Bey hemen emir verir ve caminin temeli atılır. Bir gece yine rüya görür: Kendisinden çocuğunun kanını caminin temeline akıtması istenir. Halil Bey’in tek erkek çocuğu vardır ama “Allah bir tane daha verir” diyerek oğlunu kurban etmeye karar verir. “Çocuğumun kanını temele akıtın ama ben görmeyeyim, kanlı gömleğini getirin yeter” der. Ustalar Bey’in oğlu yerine yoldan geçen garip bir çocuğu keser ve kanlı gömleğini Halil Bey’e götürürler.

Aradan zaman geçer, bey, oğlunun ölmediğini anlar. Temeli atan ustaları çağırır ve kanı akıtılan çocuğun kim olduğunu sorar. Gerçeği öğrendiğinde ise “Vay, Adana’m, gariplerin şehri olacak!” kehanetinde bulunur. İnşaat biter, cami ibadete açılır ve Adana gerçekten de garipler şehri olur. Akın akın Adana’ya göç eden bu insanlar, benim kubbem altında diz çöküp, boyun büküp, Allah’tan şans dilerler.

ŞEHRİN EN BÜYÜK CAMİSİ

Ramazanoğlu o rüyayı gördü mü, oğlunun katline gerçekten ferman verdi mi, bilmem. Ama yapım emrimi 1509’da verdiğini bilirim. Halil Bey’in ölümü üzerine inşaatım Piri Mehmet Paşa tarafından devam ettirildi. Sonunda, 1541’de tamamlandığımda şehrin en büyük camisi, Ramazanoğlu Külliyesi’nin merkezi, yeni kurulan bir şehrin sembolü ve umuduydum. Mevlana Celalettin-i Rumi’nin “Gel, ne olursan ol gel” düsturunu benimseyerek kapılarımı bir daha kapatmamak üzere açtım.

ZITLARIN BİRLİKTELİĞİ

Ben, Ulu Camii… Bir kapım doğuya açılır, bir kapım batıya. Bir yanım Memlük’tür, bir yanım Selçuklu. Bir yanım Emevi’dir, bir yanım Osmanlı. Sadece beni gezerek, kubbelerimi, çinilerimi, kapılarımı ve konik sundurmalı Memlük tarzı minaremi inceleyerek Anadolu tarihi ve kültürüyle ilgili çok şey öğrenebilir insan. Ben, Ulu Camii… Zıtların birlikte ne kadar güzel görüneceğinin canlı ispatıyım. Yapımımda kullanılan mermer bloklar neden siyah ve beyaz, şimdi anladınız mı?

Ben, Ulu Camii… 16’ncı yüzyıl Adana’sının kalbi, Ramazanoğulları’nın incisi. 1998’de Sabancı Merkez Camii’nin hizmete açılmasıyla birlikte şehrin en büyük camisi unvanını kaybettim. Aynı yıl meydana gelen Adana-Ceyhan depreminde hasar gördüm. Tam umudumu yitirmeye başlıyordum ki, “Senin işin daha bitmedi!” dedi yüce Allah. 1998-2004 yılları arasında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarıldım ve yeniden ibadete açıldım. Ben, Ulu Camii… Varlığımla Hasan Ali Camii, Kemeraltı Camii ve Ceyhan Kurtkulağı Köyü Camii’ne ilham verdim. 482 yıldır Allah’ın evi, güvercinlerin dostu ve inananların yuvasıyım.

Ben, Ulu Camii…

Ben Adana’yım, Adana benimdir!

Fotoğraflar: Zekeriya Ünal

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar